Saf Mimarlıkta Alvaro Siza
Sümeyye Arslan
Mimarhane Ankara / Mimarlık 3. Sınıf Öğrencisi
Yıl 1980. Venedik’teyiz. Paolo Poroghesi Geçmişin Varlığı (The Presence of the Past) başlıklı o meşhur bienalin küratörlüğünde tüm dünyaya post-modernizmi tanıtmakta. Aslında bienaldeki amaç bir tanıtımdan ziyade bir eleştiri…Modern Hareketin sıkıcı tanımlarını ve keskin çizgilerini eleştirmek ve mimarların merkeze konduğu bir mimarlıktan ziyade kullanıcıları, deneyimleri, hatıraları merkeze koyarak bir mimarlık üretiminin kapısını açmaktı. Bu söylemdeki amaç “mimarlar değil, mimarlık”tı. Bienal, mimarların sadece formları, fonksiyonları, ölçüleri bir araya getiren bir eleman olduğunu söylemeye çalışmaktaydı. Hatta bu amaçla Poroghesi, “sokak” ve “cephe” kavramlarının üzerine gitmiş ve Strada Novissima’yı, yani En Yeni Sokak’ı tasarlamıştı. Böylece Modern Hareketin katı cephe-plan-mekân üçlü anlayışını kırarak post-modernist bir yaklaşımla her birini tek tek ele almanın gerekliliği üzerine de durmuştu.
Strada Novissima Cepheleri, 1980
https://james.tf/exhibiting-postmodern
Strada Novissima, post-modern bir sergiden çok daha fazlası elbette. Hatta bir dönüm noktası. Post-modernizmin onaylandığı ve uluslararası bir platforma taşındığı bu sergiyi elbette eleştirenler de oldu. Hatta belki de onaylayanlardan daha fazla… Modern Hareketin üzerine yeni bir söz söylemek isterken aslında çok yoğun bir tartışma ortamı oluşturdu bu sergi. Bizim için önemli olan antitez ise Kenneth Frampton’ın modern mimarinin mirasından kopmayan ve ondan gelişen alternatif söylemidir. Yani, Eleştirel Bölgeselcilik (Critical Regionalism).
Eleştirel Bölgeselcilik, sınırları olmayan, daldan dala atlayan bir mimarlığın çalışabilirliğine değil; aksine tasarım-yer ilişkisinin ön plana çıkarılması gerektiğine ve yer ’in ruhunun somutlaştırarak çözüme kavuşulacağına inanmaktadır. Bunu yaparken yer ‘in değerlerine sahip çağdaş bir tasarımın peşindedir.
Aynı yıl, 1980’de Christian Norberg-Schulz bugün hala bir ders kitabı niteliğinde olan o meşhur kitabını, Genius Loci: Towards a Phenomenoloyg of Architecture’ı çıkararak bölgeselciliği, yer ‘in ruhunu, yer’i nasıl anlamamız ve yer’e nasıl yaklaşmamız gerektiğini anlatmıştır.
Ancak tüm bu söylemler tarih sayfasında ilk defa söylenmiş değil. İlk defa post-modernist yaklaşımla birlikte antitez olarak ortaya çıkmadı. Tüm bu söylemler temelini Heidegger’den almakta ve onun çevresinde gelişmekte. Heidegger’in insan deneyimlerine odaklı söylemleri ve insan davranışlarının yerleşerek şekillendiğini söylemesi ve bunun da aslında yeri şekillendirmesi, elbette mimari yaklaşımı derinden etkileyen teorik bir altyapıdır.
Heidegger’e göre mimarlık aslında insanın dünya üzerinde bir yer’e sahip olma arzusunun sonucudur. Binalar, insanların dünya üzerinde, yerde, uğraş verdikleri işlerin maddi yansımalarıdır. Böylece insanlar, inşa faaliyetlerinde aslında kendilerine özgü karakterlerini de yansıtırlar. İnşa faaliyetleri -mimarlık- insanların kendilerini maddi dünyada yansıtmalarıyla birlikte kendi varlıklarını da arayıp bulabildikleri, keşfedebildikleri bir ortam oluşturur.
Heidegger de aslında bu fikri yapıyı hiç yoktan ortaya atmıyor. Eskiden mimarlık anlayışının böyle olduğunu ama zamanla, özellikle modern dünya anlayışı ile bunu kaybettiğimizi savunuyor. Tıpkı bizim geleneksel anlayışımızdan koparak, kendimizi yersiz yurtsuz bir hale sokmamız gibidir. Bir yer’i anlamlandırmak, oradaki yerleşim faaliyetlerinin nitelikleri ile orantılı olduğunu söyleyen Heidegger’in izinden ilerleyen çok fazla mimar ve teorisyen var. Bu yazıda da yer’i anlamlandıran ve yer ile anlamlı bir inşa faaliyeti gerçekleştirebilen büyük mimar Alvaro Siza’dan bahsedeceğim.
Yukarıda bahsetmeye çalıştığım bir resim var aslında. Mimarlığın söylem açısından zengin bir dönemini anlatmaya çalışıyordum. İnsanlar yeni arayışlar içerisinde. Yeni sorular sorarak çok farklı kapıları aralamaya çabalamakta. Teorisyenler, tarihçiler, bilfiil pratiğin içinde olan mimarlar…Oldukça fikri ve pratik üretimin zengin olduğu yıllarda bir kimse var ki dönemsel akımlara kapılarak kendisini var etmenin peşinde değil; tüm bu geçici tartışmalara ilgisiz salt pratiğin ve saf mimarlığın peşinde bir isim: Alvaro Siza.
Siza mimarlığını yüksek bir ahlak anlayışı ile gerçekleştirmekte. Bu yüzden içi boş ve popüler zevklerin peşinde koşmuyor da tutarlı ve gerçek değerlerin izinden gitmeye çabalıyor. Onun en büyük ustası ise: Yer.
Kalıcı doğal çevrenin en büyük yol gösterici olduğunu kabullenmiş ve onun sesini dinlemeye kendisini adamış biri Siza. Ona göre iyi mimarlık elbette mümkün ama bu zaman içinde, zamana bağlı olarak değişen, popüler bir algıyla üretilen bir şey değil, çünkü değişken parametrelerin üstünde bir şey “iyi mimarlık”. İyi mimarlık doğal çevreyle uyumu ile kendi varlığını gösterebilir. Doğal çevre ise tekdüze bir şey değildir. O belki de değişkenlerin en büyüğüdür. Bu yüzden Siza’nın da mimarlığı tekdüze değildir. Tek bir parametreye (yer’e) tabi, tek bir sese kulak veren bir mimarlıktır.
Mekân, Alvaro Siza için beden ile kurduğu ilişkiyle anlam kazanır. Diğer bir deyişle, tıpkı Heidegger’deki gibi, insan deneyimleri ve davranışları mekânı tanımlar ve ona anlam katar. Bu yüzden Siza, mimarlığında insan davranışlarının mekânı anlamlandırıp onu biçimlendirmesine izin verir. İnsan nasıl yer ile var oluşunu anlamlandırmak istiyorsa, Siza’nın mimarlığı da yer ‘de kendisini aynı şekilde var etmek istemektedir. Ancak, Alvaro Siza var oluşunu sadece fiziki ortamda gerçekleştirmiyor. Demek istediğim, tasarım sürecinin son noktası, inşa faaliyetinde var olmaya başlamıyor aslında onun mimarlığı. O daha sürecin en başından itibaren, eskizleriyle zaten var olan, orada olan, yer ’de olan, yer’e uygun olan mimarlığı gerçekleştiriyor.
IBA Competitions-Schlesisches Tor and Kulturforum, Berlin 1983
De Punkt and De Komma Social Housing, 1986, Netherlands
https://www.metalocus.es/en/news/siza-unseen-unknown-100-sketches-alvaro-sizas-legacy
Hepimizin neredeyse mimarlık birinci sınıfta okuduğumuz ve kafamızda başka bir mimarlık anlayışının oluşmasında yardımcı olan Pallasmaa’nın o meşhur kitabı Tenin Gözlerinde bahsettiği gibi, tenimizle görüyoruz. Alvaro Siza’nın da mimarlığını sadece göz ile algılayabilmek mümkün değildir. Çünkü onun mimarlığı bütüncüldür ve ancak dokunarak, hissederek, bedenle algılanır ve kurgulanır.
Kurgu kavramının biraz daha üstüne gidelim. Mimar, kendi faaliyetini başka kurgular, kullanıcı onu bambaşka yaşar. Burada önemli olan ise, mimarların bu varyasyonlara ve değişkenliklere izin vermesidir kanımca. Kendi hikayesini, kurgusunu dayatan, diktatör-mimar zaten yer ’in de söylediklerine kulak asmayan mimardır. Oysa yer’i dinleyen kimse onun kendi ihtiyaçlarını söylerken aynı zamanda kendi sırrını herkese farklı bir şekilde fısıldadığını da bilir. Yani deneyimler özneldir ama o deneyimlere açık, umumi platformları oluşturmak maharet ister. Alvaro Siza ise bunu başarabilen nadir mimarlardandır. Hatta Portekiz’deki yüzme havuzu projesi bu “kurgu” anlamında verilebilecek en güzel örneklerdendir.
Leça Swimming Pools, Alvaro Siza, 1966
https://www.archdaily.com/150272/ad-classics-leca-swimming-pools-alvaro-siza
Siza kompleksi tamamen gözden uzakta, ilk bakışta fark edilemeyecek şekilde konumlandırmış ve tasarlamıştır. Peki burada yer ’in hangi sesleri var? Yukarıdaki fotoğraflarda da görülebileceği üzere, topografya üzerine çok ciddi değişiklikler yapabilme imkânı varken, Siza, var olan kaya oluşumlarını koruyarak onlarla beraber çalışan ve şekillenen bir tasarım ortaya çıkarmıştır. Bu da insanda, sanki o binanın kayalarla beraber zaman içinde o yer ‘de doğal olarak var olmuş algısı uyandırıyor. Tasarladığı havuzlar ise çok sakin bir şekilde okyanusa uzanıyor ve sanki okyanusun bir parçası gibi hissettiriyor kendisini bize. Yapı, doğa ile bir bağ kurarak zenginleşiyor. Ona hükmedip, kendi varlığını bağırarak değil, aksine ona uyum sağlayarak ve onun sesine uygun bir şekilde ritim tutarak kanıtlıyor.
Aynı şekilde, Tolo House projesi de “topoğrafyaya nasıl uyulur?” dersi veriyor adeta.
Tolo House, Alvaro Siza, 2005
https://www.archdaily.com/893/tolo-house-alvaro-leite-siza?ad_medium=office_landing&ad_name=article
Siza, yapılarında doğal çevreye uyum sağlamakla kalmayıp, yerel kültürün sürekliliğini de teşvik edici müdahalelerde de bulunuyor. Ona göre, gelenek denilen şey hareketsizlik demek değildir. Aksine tarih içinde gelişimin sağlanmasını ve zamanın tekâmül etmesini gelenekler sağlar. Gelenek, eski demek değildir. Gelenek, yeniliği tamamlar. Hatta tamamen yeni bir şey yapmak imkansızdır. Her şey değişir veya dönüşür.
Doğrusu inanan bir mimarın, bir şekilde inanç sahibi olan her insanın bunun aksini söyleyebileceğini düşünmüyorum.
Kendi paradigmalarımın penceresinden baktığımda, bana mimarlığın ne olduğunu öğreten şey Rahman Suresi 29. Ayettir.
Göklerde ve yerde bulunanların hepsi O’ndan ister (O’na muhtaçtır). O her an yaratma halindedir. (55, 29)
Her an bir değişime tabi olan insanın katı, tutucu, gelişime kapalı bir anlayışa sahip olması mümkün müdür? Böyle bir kimsenin mimarlık anlayışı tek düze olabilir mi? Böyle bir kimsenin de mimarlığı, tıpkı iman ettiği yaratıcısının hali gibi, her an içinde bulunduğu değişime ayak uydurabilecek bir yol olmalıdır. Bu da sanıyorum, içinde bulunduğu doğal çevreye uyum sağlayarak, kendisini akışın içine katarak mümkündür.
Konuyu fazla dağıtmayarak, tekrar Alvaro Siza’ya dönersek eğer; Siza’nın çalışmalarına her zaman mevcut verileri toplayıp anlamaya çalışarak ve daha en başta bunlarla beraber konuşmanın yollarını arayarak başladığını biliyoruz. Bundan dolayıdır ki projelerinde bütünlük kendisini apaçık bir şekilde gösteriyor. Topoğrafyayı en verimli şekilde ele alarak yapılarını sanki her zaman oradaymış ve zaman içinde o hali almış hissini uyandırmayı başarabiliyor.
Elbette her bir yapı, onu yapanın deneyimidir. Ancak, Siza yapılarında kullanıcılarının deneyimlerini de göz önünde bulundurup, onlara göre anlam kazandırmayı amaçlamıştır. İnsan bedenini daha eskiz aşamasında, düşünsel boyutta bir parametre olarak alıp her şeyi onun çevresinde şekillendirmeyi başarmıştır.
Çağdaşlarının çoğuna nazaran bağırarak bir mimarlık değil, sessizce saf mimarlığı gerçekleştiren Siza’dan elbette biz öğrencilerin öğreneceği çok şey var. Umarım okuyabilmek nasip olur.
Sümeyye Arslan / İhsan Doğramacı Bilkent Üniversitesi/ Ankara Mimarhane Mimarlık 3. Sınıf Öğrencisi
Kaynakça:
Belogolovsky, V. 2017. Interview with Álvaro siza: “beauty is the peak of Functionality!”.
Exhibiting the postmodern. 2019.
Jencks, C. 2018. La Strada Novissima: The 1980 Venice Biennale.
Özkan, S. 2001. Çağdaş Mimarlar Dizisi 14, Alvaro Siza. Boyut Yayınları, İstanbul
Polat, H. 2019. Alvaro Siza’da Yer’in Söylemek İstedikleri.
Sharr, A. Mimarlar İçin Heidegger, Mimarlar İçin Düşünürler 02, Çev: Atmaca, Volkan, 2017, YEM Yayınları, İstanbul