Turgut Cansever Özel Sayısı olarak hazırlanan Mimarhane Öğrenci Bülteni’nin 2. Sayısında Turgut Cansever ile çeşitli yarışma ve restorasyon işlerinde çalışmış olan Yusuf Özdamar ile röportaj gerçekleştirdik. Röportaj ofis işleyişine dair bizlere güzel kesitler sunuyor. Keyifli okumalar.
Mimarhane Öğrenci Bülteni’nin 2. Sayısının tamamı için Link
-
Öncelikle kendinizden kısaca bahseder misiniz? Nereden mezunsunuz, hangi projeler üzerinde çalışıyorsunuz?
Öncelikle bu konuyu gündeminize alarak merhum hocam Turgut Cansever’i bir kere daha rahmet ve muhabbetle anmama vesile olduğunuz için başta Halise hanıma ve derginize teşekkürü borç bilirim.
Efendim bendeniz Yusuf Özdamar 1973 Trabzon doğumlu, 1977’den beri Bursa ikametliyim. 1990 yılında Mimar Sinan Üniversitesi mimarlık bölümüne (ilk ve son tercihi de mimarlık olan biri olarak) kayıt yaptırdım. 1993-1995 yılları arasında üç seneye yakın bir süre Turgut Cansever Mimarlık bürosunda çalışma imkanım oldu. 1999’da kısa dönem olarak yaptığım askerlik görevinden sonra kendi büromu kurup Serbest Mimarlık hizmetleri vermeye başladım. 2001 yılından itibaren ise yine mimar olan eşim Gülay hanımla birlikte hayatı paylaşmaya devam etmekteyiz. Meslek adına yaptığımız işlerin yarıya yakınını eski eser koruma onarım projeleri oluşturduğundan dolayı 2007 yılından sonra kendi okulumda yaptığım ve tez aşamasında bıraktığım bir restorasyon yüksek lisans eğitimim vardır.
-
Turgut Cansever ile tanışıklığınızı anlatır mısınız? Onunla ilk hangi tarihte ve nasıl çalışmaya başladınız?
Turgut Cansever ile üçüncü sınıfın ikinci dönemi başında yani 1993 Şubat’ında tanıştım. İlk olarak o se gittiğimde hocanın damadı Mehmet Öğün beyle bir iş görüşmem oldu ve kendisine hiçbir ücret talebim olmadan yanlarında çalışmak istediğimi söyledim. Kendisi çalışanlarına ücret verdiklerini ama ondan daha çok mesleki katkıda bulunabilecekleri ekip arkadaşları aradıklarını belirtti. O sırada Kuzguncuk’ta yaptıkları bir restorasyon projesinde çalıştırmak üzere beni ve birkaç yardımcı elemanı işe aldıklarını gördüm. O ste çalışmaya başladıktan sonra Turgut beyle de tanışmış ve beraber çalışma şere ne ulaşmış oldum. Turgut Cansever’in yanında çalışan bizler mimarlık mesleğini adeta meşk ederek öğreniyorduk. Meşk ederek dememin sebebi hocanın bizim yanımızda eskiz yapıyor olması, bize hatıralarını anlatması ve ilgili kitapları masaya yayıp biz genç meslek adaylarını etrafına toplayarak konuyla ilgili uzun uzun sohbetler etmesiydi. Turgut hoca mimarlık hizmetlerini ikisi de İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi mezunu olan kızı Emine Öğün ve damadı Mehmet Öğün ile birlikte yürütmekteydi.
-
Turgut Bey, bir projeye başlarken ilk nelere dikkat ederdi? Proje öncesi ekibiyle nasıl bir hazırlık yapardı?
Turgut Cansever o sinde benim bulunduğum dönemde genellikle davetli yarışma projeleri hazırlanmıştı ve bunlara başlarken yoğun olarak eskiz ve leke çalışmalarıyla başlanırdı. Hocanın yaptığı eskizleri biz konusuna göre 1/500’den 1/50’ye kadar üstünden geçer ve ölçülü hale getirirdik ve sonra hoca tekrar siyah omaster kalemini alır ve üzerisinde biraz daha çalışırdı. İşin güzeli bu eskizlerini yaparken çoğu zaman biz de yanında olurduk ve hoca anlata anlata sayfaları ve bizim dimağlarımızı doldururdu. Hocanın eskizlerini biz tekrar detaylandırır hoca da yanımıza gelip bu resimleri değerlendirir, bunların üzerinden bir kısmını elerdi. Bir kısmı üzerinde ise çalışmaya devam ederdik. Mesela Kuzguncuk’ta çalıştığımız yan yana iki yalının restorasyon projesini hatırlıyorum. Yalıların denizden görünüşleri üç katlıydı ve 100’ün üzerinde 1/50 ölçeğinde birbirinden farklı cephe çalışması yapılmıştı (Bu projede yoğun olarak mimar Tülin Hadi’nin çalıştığını hatırlıyorum). Hoca gelir hazırlanan 6-8 kadar çizimi kritik eder, dolu-boş oranlarından, mimari elemanların nispetlerine, cephenin dengesine ve daha bir çok kritere göre değerlendirirdi. Elenen resimleri kaldırıp diğerlerinin üstünden yeni paftalar üretir ve onları duvara asardık. En sonunda çıkan öneri ise herkesin beğendiği ve içine çok sinen bir çalışma olurdu.
Hiç unutmam 2000 yılında Bursa Koruma Kuruluna yaptığım ilk işimde küçük bir İşhanı için 30 kadar cephe alternati yapmış ve dönemin kurul hocalarının hem şaşkınlıklarına hem de özel teşekkürlerine mazhar olmuştum. Yarışma projeleri de böyleydi, mesela İmam Buhari Üniversitesi ve Kültür Merkezi Yarışması’na Türkiye’den Turgut Cansever davet edilmişti. İşte oradaki cami projesi kısmını çalışmıştım. Bir yarışma projesi olduğu halde yine 50’nin üzerisinde cephe alternati çalışmıştık. Son haline karar vermek için 1/200 ve 1/100 ölçeğinde çizmiştik. Diğer arkadaşlar da konularını aynı şekilde çalışırdı. Mesela kütüphane, yurtlar, lojmanlar, konferans salonu vs. çalışanlar da onlarca birbirinden farklı plan ve cephe çizdi/tasarladı. Ancak birbirinin parçası olacak şekilde cepheler ve planlar çalışırlardı. Tabii en sonunda ana koordinatör Turgut Cansever (Bazen Emine hanım) olduğu için, bütün bunları tek bir proje haline getirirdi. Bu katıldığımız yarışmalarda biz ağırlık olarak elle çalışır, sonra çizimler Cad ortamına geçirilirdi. Sanırım benim ayrıldığım 1995 yılında o s ilk defa kendi bünyesinde yazılım kullanmaya başlamıştı.
-
Çalışma disiplini nasıldı? Ekibiyle nasıl bir yönetim içerisinde çalışırdı?
Biz hoca ile proje çalışırken, böyle işveren-çalışan, desinatör, tekniker veya mimar ilişkisi olarak görmezdik. Yukarıda da bahsettiğim üzere ben onu meşke benzetirdim evet biz mimari meşk ederdik. Bazen dakikalarca bazen saatlerce süren konuşmalar yapardık. Kitaplardan açıp, bir kemeri dakikalarca anlattığını hatırlıyorum. Parçanın bütünle olan münasebetini anlatır, cepheleri ayrı analiz ederdi, nispetlere çok önem verirdi, tekrar eden elemanların oluşturduğu güzellik derdi. Doluluk ve boşlukların birbirlerine göre hem planda, hem de cephelerdeki etkilerine çok dikkat ederdi. Yöntem olarak da dediğim gibi, herkes bütünün bir parçasını çalışırdı. Ama bütün parçalar Turgut Cansever’de (bazen de işin yetiştirilmesi gerektiğinde Emine Öğün’de) birleşir projeler doğru bir süreç içerisinde tamamlanırdı.
-
Sizlerle olan muhabbeti nasıldı? Turgut Bey ile çalışanları arasında nasıl bir ilişki vardı?
Ben Turgut Cansever’in yanında çalışmaya başladığımda sanırım hoca 72-73 yaşlarındaydı. İlk defa büroya gittiğim halde -sadece bana değil tabii bütün genç arkadaşlara- çok muhabbetle yaklaşırdı. Bayramda memlekete gidip geldiğimizde halimizi hatırımızı sorardı, memlekettekilere selam gönderirdi. Çok güler yüzlü, hoş sohbet, babacan bir insandı. Hepimiz onu çok severdik. Beyefendiliği ile adeta bize özel ders verirdi diye hatırlıyorum, o derece özgün İstanbul beyefendisi diyebileceğimiz türden bir insandı.
-
Turgut Cansever ile unutamadım dediğiniz, kişisel bir anınız varsa, dinlemek isteriz.
Hoca ile elbette çok anımız var. Bunlardan bir tanesi mesela ilk aklıma gelen, Bursa’ya arabasıyla gidip geldiğimiz zamandı. Şahin marka bir arabası vardı yolda arabayı hep o sürdü. Yol boyunca bütün arabaları solluyordu. ‘’Hocam, bütün arabaları geçiyorsunuz, çok hızlı kullanıyorsunuz, biraz da ben kullanayım isterseniz.’’ falan dediğimde, ‘’Olur mu Yusuf’çum bak,’’ dedi, lüks bir arabanın bizi geçtiğini gösterdi. ‘’Hocam, biraz sonra emin olun, onu gene geçeceğiz.’’ dedim. Biraz sonra o arabayı da tekrar biz geçtik. Hasılı bu yolculuk benim için hayli uzun ve gergin geçmişti.
Onun haricinde mesela, 1995 yazında Srebrenitsa katliamını hatırlıyorum. Avrupa’nın ortasında yapılan bu katliamdan o steki arkadaşlar çok kötü etkilenmiştik. Taksim’de yapılan çok büyük bir mitingden o se dönmüştük, ağlayarak kendisine, ‘Ne olacak hocam bu müslümanların hali, çektiğimiz sıkıntılar ne zaman bitecek?’ diye sormuştum. ‘’Yusuf,’’ demişti, ‘’Biz Müslümanlar, ne zaman yaptığımız işi hakkıyla ve en iyi şekilde yapmaya çalışırsak, o zaman dünyada biz müslümanların çektiği sıkıntıların hepsi bitecektir.’’ demişti. O zamanlar doğrusu, ben bunu pek anlayamamıştım. Ama sonraları düşündükçe hocama daha çok hak veriyorum. Müslümanlar yaptıkları işi hakkıyla ve en mükemmelen yapmaya çalışsalardı, bugün bu halde olmazdık diye düşünüyorum.
-
Sizce, Turgut Bey, şu anki İstanbul’u, Şehir ve Bölge Planlamacı olarak nasıl değerlendirirdi? Bu konudaki kişisel yorumunuz nedir?
Turgut Cansever, ilk tanıdığım vakitlerde İstanbul’un gelişiminin çok sağlıksız olduğunu (adeta bir kanser hücresi gibi) anlattığını hatırlıyorum. Önceleri ümitlenmiş olsa bile 2000’li yılların başından sonra yapılan çalışmalar ise sanırım hocanın kalbine saplanan hançerler misali onu çok incittiğini düşünüyorum.
-
Bize söylemek istediğiniz bir şey var mı, mimarlık öğrencilerine özellikle bir konuda tavsiyede bulunmak ister misiniz?
Kanaatimce Turgut Cansever, mimarları, mimarlık öğrencilerini, mimarlıkla ilgilenen herkesi çok seviyordu. Sanırım ben de biraz o yüzden seviyorum mimarlığı sevenleri, mimarlıkla ilgilenenleri. Siz gençlere tavsiyem Turgut Hoca’nın da dediği gibi, yaptığımız işi hakkıyla yapmaya çalışalım, sınıfı geçmek için değil hakkını vermek için çalışalım. Hede niz sınıf geçme notu olmamalı 100 olmalı, 100’lük işler yapmalısınız. Biz müslümanlar zelil halden kurtulmak istiyorsak acilen kendimize çeki düzen vermeliyiz. Bunun için biz mimarlar olarak üzerimize düşen görevi yapmalıyız. Dünyayı güzelleştirmek için çalışmalıyız. Çok okumalı mümkünse çok gezmeli (önce kendi köklerimizin olduğu diyarları) ve
çok görmeliyiz ve nihayetinde özümüze dönmeliyiz. Mesela bu günlerde Turgut Cansever’in de çok hassas olduğu ve yoğun konuşulan bir konu olan deprem konusunu gözlemliyorum. Herkes bir betondur tutturmuş gidiyor kimse bizim geleneğimizde olan ahşap yapılardan, kerpiçten bahsetmiyor, bütün televizyon programları adeta beton kafalılarla istila edilmiş durumda. Üniversiteler, STK’lar beton lobisinin güdümüne girmiş gibi gözüküyor, mevzuat hakeza… Bu konularda gayret etmenizi ümit ediyorum.
Son yıllarda mimarlık eğitiminin de bütün diğer meslek gruplarının olduğu gibi, keyfiyetinin tükendiğini izliyor ve çok üzülüyorum.
- Hazırlayan: Halise Şeyma Kaya