Mimarhane Öğrenci Bülteni’nin 2. Sayısında gerçekleştirilmiş olan Mustafa Dede röportajını blog sayfamızda istifadenize sunuyoruz. Mustada Dede’nin röportajı kendisinin Turgut Cansever ile bir çok projede birlikte çalıştığı düşünüldüğünde bir mimarın bir usta ile nasıl ilişki kurduğu üzerine önemli kesitler sunuyor. Mimarhane Öğrenci Bülteni’nin 2. Sayısının tamamı için Link
Turgut Cansever ile bir çok farklı projede birlikte çalışmış ahşap ustası Mustafa Dede ile hasbihal ettik.
-
Öncelikle, kendinizden kısaca bahseder misiniz? Kaç yıldır ahşap üzerine çalışıyorsunuz? Ahşaba olan ilginiz nasıl başladı?
İsmim Mustafa Dede. 12 yaşından beri ahşap işi ile uğraşıyorum. Çıraklığım; Rum, Ermeni ve Türk ustaların yanında geçti. 12 yaşından beri… 61 yaşındayım, hesap edin kaç sene olmuş. Tabi ahşaba ilgi derken, çocukluğumdan beri bu işe girdiğim için, ustalardan öğrendiğimiz şekilde… Bir işi yapa yapa seversin, sevdikçe de ilgin artar. İlgim böyle başladı. Bir eser yaparsın, ürettiğin zaman hoşuna gider, sevmeye başlarsın. Böyle böyle, ilgi artar. Biz de tabi çıraklıktan başladığımız için, yardımcılığımız oldu, kalfalığımız oldu, ustalığımız oldu. İşte en son şimdi, 23 kişilik bir atölyede, ahşap işleriyle uğraşıyoruz.
- Peki çıraklığa başlamadan önce, ben ahşapla çalışmak istiyorum şeklinde bir isteğiniz var mıydı?
Çıraklığa başlamadan önce okula giderken, 10-12 yaşında, biz oyuncağımızı kendimiz yapardık. Bir el becerimiz de vardı, kendi oyuncağımızı yaptığımız için. Okuldan sonra çırak olarak girdik. İlla ahşap değil, iyi bir mobilyacıya verdi babamız bizi. İstanbul’un en iyi ustalarıydı. Oradan sonra sevmeye başladık ahşabı.
-
Turgut Cansever ile nasıl bir ilişkiniz vardı? Birlikte çalışmaya ne zaman ve nasıl başladınız?
Turgut Cansever ile, 1984 zannedersem, 84 senesinde yeni atölye açmıştım. Bizim sürekli iş yaptığımız bir müşterimiz vardı. Onun yalısını yapmaya başladı Turgut Cansever.
-
İsmi neydi müşterinizin?
Haydar Akın. Haydar Akın, Güner Akın yalısını yapıyordu. Ben de Haydar Akın’ın bütün mobilyalarını, bütün marangozluğunu yapıyordum. Çok enteresan bir döşeme tahtası istedi, Turgut Cansever. Tabi o zaman Türkiye’de bu kadar geniş döşeme tahtası yok, parke yok, yer döşemesi yok. 36 – 37 santimetre genişliğinde, 3,5 – 4 metre boyunda, 3 – 3,5 santimetre kalınlığında, bir yer döşemesi istedi.
- Niteliği nasıldı bu yer döşemesinin ?
Normal döşeme tahtası, yalıda kullanılan, rabıta dediğimiz. Eski yapılarda kullanılanlar, geniş ve uzundu. Ama böyle bir ağacı bulmak zor tabi. Ya dönüyor ya çatlıyor. O kadar genişlikte, o kadar uzunlukta ağacı bulmak zor. Bunu lamine yapalım, dedi hoca. Lamine işini de o zaman Türkiye’de cesaret edip kimse yapmadı, girmedi böyle bir işe. Sonra evin sahibi, bizim mimar böyle böyle bir şey istedi, sen bunu yapabilir misin, dedi. Ben o zaman tabi Turgut Cansever’i hiç tanımıyorum. O zaman Turgut Cansever’i sorunca dediler ki, o çok ünlü bir mimar, ona iş beğendirmek çok zor, o hiçbir işi beğenmez. Öyle bir lanse ettiler ki, çok zor bir adam o. Kendisi çok iyi iş yapar, hiçbir işi de kolay kolay beğenmez. O zaman ben size bir tane numune yapacağım, ondan sonra bakalım oluyor mu olmuyor mu. Karaköy’de çalıştığım bir Musevi vardı, ona anlattım, deniz kenarında böyle bir iş yapacağım, diye. “Sakın buradaki tutkalları kullanma, ben sana Almanya’dan özel yapıştırıcı getireceğim.” dedi. Getirdi hakikaten. Almanya’dan, Bally fabrikasından, suya dayanıklı bir yapıştırıcı getirdi. Marin kontraplak dediğimiz, kontraplak ve meranti ağacı diye bir ağaç. 37 santimetre kontranın genişliği, 1 santimetre bir tarafına, 1 santimetre bir tarafına biz bu ağaçları sıktık. Bunu lamine vaziyete getirdik. Üç tane numune hazırladık. Yolladım ben yalıya. Bunu denizin içine, taşlara koymuşlar. Bir hafta suyun içinde kaldı. Bu ağaç simsiyah oldu, çıkan ağaçta hiç açma yok. Ben bile şaşırdım, nasıl açmadı diye.
- Ağacın sıkı tuttuğunu gördünüz…
Tabii, biz de emin olduk onun tuttuğundan. Daha da güçlü bir teste götürmek için yalının sahibi şoföre veriyor, Akın tekstile yolluyor bunu. O zaman tekstilci olduğu için. Buhar kazanları var, kumaşları yıkayan buhar kazanına atıyorlar. Buhar kazanında test ediyorlar. Ağaç oluyor kapkara, ama yine açmıyor. Ben de o zaman ilk defa böyle bir iş yaptığım için, ben de şaşırdım, nasıl açmadı, diye.
- Ve siz de sınırları zorladınız?
Sınırları zorladık tabi, bütün sınırları zorladık. Sonra hoca, tamam, dedi, eğer bu şekildeyse olur, dedi. Yine bize güvenemiyor. “Evin kendisi değil de müştemilat kısmı var evin dışında. Bir orayı yap, görelim.” dedi. Müştemilatı evin içinden daha zor şekilde tarif ettirdi bana hoca. Yani üstten normal bir tahtaysa bu, yanlarına vida attık. Tabii geçmeleri de vardı.
- Takoz gibi bir şey mi?
Geniş bir parke düşünün. Kalın, geniş, uzun bir parke düşünün. Rabıta tahta düşünün, geçmeli. Böyle yaptık bunları. Burada da çok başarılı olunca, evin içini bize verdi. Evin içinde de sağ olsun, karkas sisteminin yapılışında bana çok destek oldu. Nasıl yapacağımı anlattı. Orada bize teşekkür etmişti. Turgut Cansever’le ilk sınavımızı başarıyla geçtik. Çok zor dediler, korkuttular bizi. Sonra evin içindeki bütün zor işleri bana verdi. Merdiven dönerlerini, merdiven alanlarını, ıvır zıvır. Benden başka iki tane daha marangoz vardı çalışan. Bütün, ne kadar iş varsa evde, hepsini verdi, yaptık. İlk tanışmamız bu şekilde oldu Turgut Hoca’yla.
- Turgut Bey, bir projede malzemeyi nasıl seçerdi? Hususi olarak dikkat ettiği şeyler var mıydı?
Evet, Turgut Hoca malzemeye çok önem verirdi. Görmek isterdi yani bir malzemeyi. Kullanacağı malzemeyi kesinlikle görmek isterdi. Nasıl yapacaksın, diye de anlat derdi. Onu kesin söylerdi. Nasıl yapacağımızı önce anlatırdık ona. Sonra, kendi kafasındaki kirleri de bize lanse ederdi. Şunlar şunlar çok doğru, şunları şunları eklesen daha iyi olur, diye. Biz de ondan çok şey öğrendik bu şekilde. İstişare üzerineydi.
- Turgut Bey’in ahşaba olan ilgisi ve bilgisi nasıldı, kendi eliyle ahşaptan yaptığı işler var mıydı?
Kendi eliyle ahşaptan yaptığı işleri bilemiyorum, ama ahşabı çok sevdiğini biliyorum. Ahşaptan da iyi anladığını biliyorum. Bir marangozdan daha iyi biliyordu; ağacı, kalitesini vs. Onları çok iyi bilirdi. Anlatayım mesela, bir yalı yaparken yalının meşe taşıyıcılarını çok aradık burada. İşte, şunu alalım, bunu yurtdışından getirelim… Uzun süre aradık. Sonra bizi Trabzon’a yolladı, gittik. Orada tomruklar vardı. Baktık işte, Türkiye’nin her tarafına. Böyle nerede hangi ahşap var, bilirdi. Oralara yollardı, bakardık. İyi hatırlıyorum, ta Trabzon’a, meşe tomruk bakmaya gitmiştik. Bir de mesela, dış kaplama yapardık diyelim ki. “Dursunbey çamı arayıp bulacaksın.” derdi, kesinlikle. “Çünkü dursunbey çamı, Türkiye’nin en kaliteli, en iyi çamıdır ve dışarıda en dayanıklı çamdır.”
- Birlikte çalışırken, malzemeyle yaşadığınız bir sorun oldu mu? Kriz anlarını nasıl yönettiğine dair bir bilginiz var mı? Çeşitli olumsuzluklar; malzemeyi bulamama vs. gibi?
Malzeme bulunmazsa, onun alternati erini sunardık biz hocaya. Bu yok, ama şunlar şunlar var, şeklinde. O bakardı ve hangisini beğeniyorsa onu yapardık.
- İstişare ederek mi ilerliyordunuz ?
Tabii, yine istişare ederek ve çok çalışarak.
- Turgut Cansever ile bir anınızı Mimarlık Öğrencileri ile paylaşmak ister misiniz?
Turgut Cansever’in o sohbetleri… Yani, tadına doyum olmaz. O böyle otursun, konuşsun, dinle yani. Güzel anlatırdı. Şöyle diyeyim, iki tane anımızı anlatabilirim. Gene boğazda bir yalı yapıyoruz. Yalı baya bir toparlandı. Orada
yemek yeniyordu, bize dışardan yemek geliyordu. Ev sahibi bir gün geldi, ustalarımız için, “Bir daha içerde yemek yemeyeceksiniz, dışarda yemek yiyin.” dedi. Neden, diye sorduk. İşte, “Fare olur yemek yedikçe.” dedi. O ara biz, Turgut Cansever ile binayı geziyorduk, bunu duydu. Ev sahibi ustalarla bu şekilde konuşurken dedi ki, “Bu çocuklar burada sıcak yemek yemezse, senin evin bitmez.” Yemek parasını da evin sahibi veriyordu. Yine orada, “Sen bunların yemek parasını verme, ben cebimden veriyorum. Bunlar burada yemek yiyecek!’ dedi. Öyle sert bir çıkışı olmuştu, ev sahibine. Güzel bir anı kalmıştı bizde de tabii. Bir de Sadullah Paşa Yalısı restorasyonunu yaparken, yanda bir kayıklık vardı böyle, temelsizlik bir 8 cm civarında. Hoca bana, bana bir kriko getir, dedi. Ben de şaşırmıştım tabi falan. “Krikoyla yalıyı yatıracağız.” dedi. Hakikaten krikoyla yalıyı yatırıp düzelttik yani. Evet, enteresan, koca binayı öyle düzeltmiştik.
- Turgut Beyin yapay malzemelere bakışı hakkında bilginiz var mı?
Turgut Bey, yapay malzeme taraftarı değildi, beğenmezdi, istemezdi. Her şeyi doğal kullanmak isterdi. Taşı da ahşabı da…
- Turgut Bey, malzemelerin teknik detaylarıyla ilgilenir miydi?
İlgilenirdi, malzemeleri de bilirdi. Bir marangoz kadar ahşabı, bir taşçı kadar taşı, bir mermerci kadar mermeri bilirdi. Çok iyi bilirdi. Boyacı kadar da boyayı bilirdi. Hatta şöyle bir şey oldu. Bir yalıda artık boyanın son katları vuruluyordu. Her şey bitiyordu yani. Ev sahibi de bizi sıkıştırıyordu, artık evden çıkın, taşınacağım, diye. Son kat kalmıştı çünkü. Turgut Hoca geldi, “O tavan rengi on günde oturur, ben onun rengine anca karar veririm.” deyince “Aa, öyle mi hocam?” dedi evin sahibi, ikna oldu.
- Projelerinden zor ayrılan, şevkle, özenle yapan ve en iyisi olsun isteyen bir mimardı, sanırım?
Evet, bir de kontrol ederdi. Mesela bir işimizde yere mastar koydurdu. Koca salonda, yere ip çektirdi, mastar koydurdu. Altından baktı, ışık geçiyor mu, düzgün olsun diye. Kimse yapmaz bunu.
- Kullanmayı en çok sevdiği malzeme hangisiydi?
Malzemeyi yerine ve projesine göre kullanırdı. Hangisini çok severdi bilemiyorum tabii. Ama kullandığı her malzemeyi bilerek kullandığını biliyorum.
- Nasıl çalışıyordunuz? Çalışırken ekip içi iletişiminiz nasıldı?
Hocanın çalışması mimardan daha çok bir eğitmen, bir hoca gibiydi. Usta gibiydi. Sanatkâra, sanatçıya çok değer verirdi. İşinin ehli, sanatkâr insanlara çok değer verirdi. Ve onlara da hep katkıda bulunurdu. İşi bilen insanlarla istişare etmeyi çok severdi. İşlerini genellikle bu şekilde yürütürdü. Kendi doğrularını alırdı, senin doğrularını alırdı; böyle yapalım, diye, hep istişare usulü ilerlerdi.
- Size karşı hitabeti nasıldı?
Çok kibar, çok beyefendi biriydi. Ben onun kadar kibar birini görmedim. Yalının sahibi ile bir ustayı hiç ayırt etmezdi, hatta ustaya daha çok kıymet verirdi. Onun için bizim yanımızda koca yalı sahibine öyle bir fırça atmıştı. Yanında çalışan ustalara çok değer verirdi.
-
Hangi işlerde birlikte çalışmıştınız?
Hadi Bey’in Yalısı güzel yalıdır. Orada ve Sadullah Paşa Yalısı’nda birlikte çalıştık. Onun dışında da bazı ufak tefek işler yaptık.
Teşekkür ederiz, katkılarınız için. Çok keyifli bir sohbet oldu.
Rica ederim. Yardımcı olduysak, güzel.
Hazırlayanlar: Halise Şeyma Kaya, Mustafa Celaleddin Kılınç