Emre – Sibel Özkan | M. Talha Öksüzoğlu
11 Nisan 2020
Redaksiyon ve Araştırma : Saliha Koçkaya – Mimarhane 3. sınıf öğrencisi
Konu Başlıkları
5.36 Cansever Ofisi
24.16 Amerika’ya gidiş
28.26 Karşılaştırmalı olarak çalışma sistemi
47.40 Sterling, Virginia’da Mimari ve Yönetmelikler
55.41 Amerika’da Ofis Tecrübeleri
1.07.45 Diyanet Center of America
1.19.14 Soru 1; Karşılaştırma Olarak Mimarlık Eğitimi
1.27.30 Soru 2; Karantina Döneminde Kariyer
Programın Ayrıntılı Redaksiyonu
Talha Öksüzoğlu: Ben Şehir Üniversitesi’nde araştırma görevlisiyim. Bugünkü konuklarımızla yakınlığımdan dolayı programı benim sunmam istendi.
Emre abi Sibel abla da 19 senedir Amerika’dalar. Dolayısıyla programın da gidişatı genel olarak Amerika ve Amerika’daki mimarlık meseleleri ile ilgili olacak. Bir kızları bir oğulları var. Kızları Amerika’nın en iyi mimarlık okullarından birinde Pratt’ta çok başarılı bir öğrenci. İnşallah o da ailenin ikinci nesil mimarı olacak. Ve oğulları da ortaokulda bayağı zeki bir çocuk, Yusuf Kerem.
Kendilerinden biraz kısaca bahsetmek gerekirse 1971-72 doğumlar Emre abi ve Sibel abla. Emre abi Mimar Sinan mimarlık mezunu Sibel abla da Yıldız Teknik mezunu. Emre abi sanırım 94’te Cansever’in ofisinde çalışmaya başlıyor. Sibel abla 95’te başlıyor. Tanıştıkları yer aslında Cansever Ofisi oluyor. Mehmet Bey, Mehmet Öğün, bizim ofis çok fazla hayra vesile olmuştur der. Onlardan bir tanesi Emre abi ile Sibel ablanın evliliği. Üniversite mezuniyetinden sonra evleniyorlar. Emre abi yüksek lisansına İTÜ’de Bina Bilgisine başlıyor. Mimar Sinan’da da aslında Sibel ablanın biraz vesilesiyle anladığım kadarıyla Yapım Yönetiminde asistan oluyor Sibel abla da Yapım Yönetimi’nde yüksek yapıyor. İBB Tarihi Çevre Koruma Müdürlüğü’nde çalışıyor. Plan Proje Müdürlüğü’nde çalışıyor. O sıra kızları Ayşe Elif dünyaya geliyor. 2000 yılında Emre abinin bir arkadaşı GreenCard’a başvuruyor. Başvururken Emre abiye de vesile oluyor, Emre abilere GreenCard çıkıyor. Emre abinin GreenCard ile Amerika’dan daha önceden bir anısı var; Kendisini lise yıllarındayken abisi ablası akademik hayatları için Amerika’da bulunurken Amerika’yı ziyaret etmiş. Amerika’daki ahşap evleri mahalle ortamını gördükçe oradaki yapı stokunu gördükçe o zamanlar mimar olmaya karar verdiğini söylüyor. Dolayısıyla GreenCard çıkmasıyla da Amerika’ya kalıcı olmamak üzere sadece doktora eğitimi ve birazcık çalışıp tecrübe edinmek üzere kısa süreliğine gidiyorlar. Amerika’ya gitmeleri 2001 yılına denk geliyor. 11 Eylül’ün hemen arkasından 2-3 hafta sonra gidiyorlar. 11 Eylül’den 2-3 hafta sonra Müslüman olarak Amerika’ya gitmek iş bulma konusunda bazı sıkıntılar yaşatıyor kendilerine ama sonrasında ikisi de birçok ofiste çalışıyorlar.
Bir dünya bölgesinde yeşili olan Virginia bölgesinin büyük Mimarlık ofislerinde çalışıyorlar. Amerika’da imza yetkisine sahip olmak çok kolay değil. Bunu daha sonra bu olarak da inceleyeceğiz. Dolayısıyla bu imza yetkisi evde ne bilmeleri süre bir süre alıyor Sonrasında sen kendi home-ofislerini kuruyorlar. Sibel abla belli bir dönem sonra, 2013’te Kerem 6 yaşındayken, hem annelik hem home ofis işlerine yönelmek için işten ayrılıyor.
Emre abi de Amerika’daki çok büyük ofislerden bir tanesinde Gaudreau Inc. Architect Planners’ta ( http://www.gaudreauinc.com/ ) çalışıyor. 3. nesil (torun) mimar yönetiyor. Daha sonra 2019 sonbaharında Ewing Cole ile birleşti: https://www.ewingcole.com/ Emre abi boş vakitlerinde home ofise destek oluyor. Home ofislerinin ismi SE-ARCH.
12 sene orada çalışıyor ama Emre abi de boş vakitlerinde Home ofise elinden geldiğince destek veriyor. Virginia bölgesinde yaptıkları Aslında birçok büyüklü küçüklü iş var. Bu işlerden dâhil oldukları iş sadece Virgina için değil Amerika’da yaşayan Müslümanlar daha büyük ölçekte Amerika’nın en büyük camisi Diyanet Center of America Hassa Mimarlık’ın tasarladığı proje. Diyanet’in işveren olduğu Washington DC’nin yakınında Lenham’da bir külliye aslında. Orada bazı görevler alıyorlar bu projeye de sonradan değineceğiz.
Soru kısmına Cansever ofisinden başlayalım diye düşündüm ama ilk önce Emre abi senin öyle bir Yusuf abi üzerinden anın var. Arkadaşlarla Yusuf abi de röportaj yapmışlar birazcık da tanıyorlar nasıl ekip olarak nasıl girdiniz Yusuf abi nasıl girdi?
Emre Özkan: Ben 1989 yılında lise 2’den lise 3’e geçtiğim yaz 2 ay kadar Amerika’ya gelmiştim. O zaman Türkiye’de gördüğümden farklı bir mimarinin burada olduğunu gördüm. Bununla birlikte mimariyle birlikte şehirleşme soruları kafamda oluşmaya başladı ve mimarlık yazmaya karar verdim. 90 yılında Mimar Sinan Üniversitesi’ne girdim. Tabi mimarlık hakkında çok bir bilgim olmadığı için okuyup anlamaya çalışıyordum. Kafamda birçok sorular var. Cevaplanmamış sorular vardı. Onların bir kısmını 1991 yılının Mart ya da Nisan ayında Arredamento Dekorasyon dergisinde Mimar Turgut Cansever ile yapılmış bir röportaj vardı. Beyazıt meydanına ve genel olarak mimarlık üzerine yapılmış bir röportajdı. Onu okuyunca dedim benim burada bütün sorularımın cevabı var diye. Demek ki bunları bilen biri varmış. Oradaki hocaların çoğunda cevapları bulamadığım gibi soruyu soracak ortam da bulamıyordum.
O röportajın girişinde de Rumeli Hanı’nın üst katında yaptık bu röportajı diyordu. Mimar Sinan’da okuyan arkadaşlar da bilirler, şartlı derslerden birinden kalınca bir sonraki dönem devamı dersi alamıyorsun. Dolayısıyla ders programımızda boşluklar oluşmuştu. Bizim de oluşmuştu, Yusuf’un daha fazla oluşmuştu. Ben de böyle bir mimarın yazısını okumuştum Rumeli Hanı’nın üst katındaymış. Bence bir git başvur demiştim. Rumeli Hanı’nın üst katından taşınmışlar. Sonra Rumeli Hanı’na birlikte gitmiştik. Meğer Rumeli Hanı’ndan taşınmışlar. Bizim bir kaç öğrenci arkadaş için Cihangir‘de tuttuğumuz evin tam karşısındaki apartmana taşınmışlar Turgut Beyler. Pencereden baktığımızda gördüğümüz dairedelermiş. Öyle olunca Yusuf oraya gidip çalışmaya başlamış, 93 yılıydı hatırladığım kadarıyla. Sonra 94 yılında bir mimari proje yarışması için daha fazla mimarlık öğrencisi ihtiyaçları olduğunda ben de dahil olmuştum. Belki bizim devreden 5-6 arkadaş daha dahil olmuştu. O şekilde Turgut Beyin ofisinde çalışmaya başladık. Sibel de 95 yılında gelmişti. Tabi bizim okul hala devam ediyordu, mezun olamamıştık. Sibel Hanım mezun mimar olarak gelmişti biz hala öğrenci mimar. :))
Sibel Ö. Benimkisi de, ben öğrenciyken çalışmaya başlamıştım. Bilmiyorum şimdiki öğrenci arkadaşlar nasıl yapıyor ama o zaman önemliydi piyasadan bir mimarlık ofisinde kenarından köşesinden de olsa haftada birkaç saat çalışmaya başlamak. Yazın başladım, sonra benim de bir dersim vardı. Zamanımın çoğu boştu. Son sene boş olduğum zamanlarda da okuldan sonra Eminönü’nde Çemberlitaş’ta bir büroda çalışıyordum. Bir sürü tarihi bina vardı, onlarla ilgili renovasyon, restitüsyon(…) o tarz işler yapıyorduk. Fakat piyasa işleriydi. Yani bir işler yapılırken en önemli kriter belediyeden geçmesi. Belediyelerin ise o dönem çok çok farklıydı umarım şimdi değişmiştir. Asıl kullanımına uygun renovasyonlardan değil de, bazıları otel (yanyana altı tanesini alıp içlerini otel) şeklinde yeniden kullanıma açılıyordu.
T.Ö: Yani tatsız tuzsuz işlerdi.
Sibel.Ö Yani… Evet altında çok entellektüel bakış açısı ya da bir kriter olmayan işlerdi. Emre’nin bahsettiği Arredamento Dekorasyon dergisindeki röportajı ben de okumuş çok heyecanlanmıştım. Bir kere o zamanki siyasi ortam sebebiyle Müslümanların herhangi bir şeye bakış açısı her yerde çok güzel temsil edilmiyor. Orada okuduğum her şey çok hoşuma gitmişti. Bir amaçla mimarlık yapan mimar zaten pek yoktu ortalıkta. Kimsenin öyle bir iddiası da yoktu. Öyle birini okumak hoşuma gitti. Onun dışında bu fikirler de benim inancımla uygun, bu da ayrıca güzeldi. Dediğim gibi bunlar duyduğumuz bir yaklaşım da değildi. O yüzden Turgut Cansever ismi hep aklımda vardı. Ama kendim de piyasa mimarı olarak başladığım işte ciddi bir rahatsızlık yaşıyordum. Patronum benden çok memnundu. Benim gibi birkaç genç daha vardı. Mimarlar odasının mesleki geliştirme kursları vardı. Ve dedi ki “Ben parasını ödeyeceğim siz oralara gidin.” O da bize bir şeyler vermeye çalışan iyi niyetli bir mimardı esasen. Oraya gittik. O zamanın Mimarlar Odası Başkanı o derslerden birine giriyordu. Orada bir gün bize neden mimar oldunuz? Hiç pişman oldunuz mu gibi bir soru sordu. O zaman sınıftan açıkça bir tek ben biraz pişmanlık yaşadığımı, okuldan öğrencilik hayatımda çok mutlu olduğumu fakat profesyonel hayata geçince biraz hayal kırıklığına uğradığımı… kısaca bahsettim. Böyle bir zamanda birazcık da oraya gidip de hani kendi kendime itiraf ettikten sonra bir gün çıktım ofisten. Dedim ben ayrılmak istiyorum. Kendimce de şöyle düşündüm, eğer bu hoşlanmadığım ortamı bırakırsam karşıma iyi bir şey mutlaka çıkar. Ben böyle devam etmek istemiyorum ama karşıma yeni bir şey de çıkmamıştı. O hafta sonu İmre ile karşılaştım İmre Özbek Eren hoca. Kız kardeşlerimiz yakın arkadaştı. Biz de yaşlarımız yakındı. İkimiz de mimarlık öğrencisiydik. Ben yeni mezundum. O bana Turgut Cansever’in bürosunda yeni çalışmaya başladığını söyledi. Benim de çok hoşuma gitti, ne kadar güzel keşke ben de çalışabilsem öyle bir yerde dedim. O da bana dedi ki Emine abla o zaman öğrenciyle çalışmayı tercih ediyorlar. Mezun mimar çalıştırmıyorlar. Zaten kendi çocukları var zaten aile çevresinden mezun mimarlar var. O hafta sonu büroya geri dönmüş. Emine abla demiş ki Ya bir tane söyle yeni mezun idealist bir mimar bulsak da o devamlı gelse. Siz bir varsınız bir yoksunuz. İmre de demiş ki ben öyle bir mimarla yeni tanıştım.
T.Ö: Bu vesileyle ofise dahil olmuşsunuz.
Sibel Ö. Evet evet, İyi niyetime binaen karşıma öyle bir fırsat çıkardı tahmin ediyorum. Çok çok memnun olarak ilk görüşmeye gittim ve işe başladım. Emre’yle de işe başladığımız gün tanıştık. Yeni gelenleri adaptasyon eden şuraya oturacaksın biz bu cetveli kullanırız, kâğıdı bu boy keseriz diyen kişiydi.
T.Ö: Siz yan yana mı oturdunuz?
Arkamda oturuyordu galiba. Yani büyük bir salon, bir sürü masa vardı. ve dizayn stüdyo usulü çalışılıyordu. Hep, iki büyük proje vardı galiba ofiste. Biz Emre’yle en büyük projede çalışıyorduk. Ofisin pek büyük bir çoğunluğu o projede çalışıyordu. Cebelü’s Said Tepesi (Yerleşmesi) Çok güzel bir projeydi. Ne yazık ki inşa edilmedi. Bir de renovasyon mu projesi vardı? Restorasyon projesi.
Emre Özkan: Evet, Hayri Paşa Yalısı
T.Ö: Yaklaşık kaç kişi vardı o zamanlar ekip olarak? Ne Kadar büyüklükten bahsediyoruz?
Sibel Özkan 20 eleman varsa aynı anda ofiste 12-13 kişi vardı. Çoğu öğrencilerden oluşuyordu.
T.Ö: Peki ofiste bir hiyerarşi var mıydı? Projelerle ilk önce Emine Hanım Feyza Hanım Mehmet Bey ilgileniyor da sonra mı Turgut Bey’e gidiyordu? Direk proje tashihi aldığınız oluyor muydu? Size karşı tavrı nasıldı yani öğrencilere karşı? ya da çalışanlarına diyelim.
Emre Özkan: Feyza hanımın kendi ofisi vardı. O yüzden onunla çok büyük bir projede çalışmamız olmadı. Fakat Emine Hanım ve Mehmet Bey genel olarak ofisi yönetiyorlardı. Turgut Bey de asıl mimari eskizleri yapan kararların alınmasında son sözü söyleyen bir mimar olarak oradaydı. Turgut Bey kendisi teknik resmi eskiden çok hızlı yaparmış 1970 ve 80’li yıllara kadar. Daha sonradan tamamen eskiz yapıyordu ve bizi yönlendiriyordu. Zaman zaman hoşuna gitmediği bir aman bizi fırçalardı. Tabi bunu ilk başlarda anlamaya çalışırdık daha sonradan bizim
düzgün iş yapmamız için ve bir işin düzgün yapılması ne kadar önemli olduğunu vurgulamak için yaptığını gördük. Mesela bir arkadaşımıza nasihat ettikten sonra bize dönüp göz kırptığını gördük 😉 Aslında o an kızmıyor fakat işin düzgün ve tertipli yapılması için o işin düzgün yapılması için gerekli disiplini veriyor. Ve bu sıra birçok şey anlatıyor birçok nasihat veriyor. Bu sebeple usta çırak ilişkisi yaşanıyor.
S. Ö. Turgut beyle çalışırken bizim aramızda hiç kimse yoktu. Turgut Bey direk benim oturduğum masanın yanındaki sandalyeye oturur sabahtan konuştuğumuz şeyi öğleden sonra kontrol ederdi. Konuştuklarımıza uygun 3 ayrı düzen ve tertip çıkarmış mıyım, birinin çatısını düz tapalım öbürününkini şuradan deneyelim. Şunun da burasını taş birisi kerpiç sıva yap gibi sabahtan konuştuklarımıza uygun olarak 3 ayrı alternatif hazırlıyorduk. Onun üzerine çalışıyoruz. Ben de Emre Beye katılıyorum. Arada şey yapsa da çok nazik ve muzip bir insandı. Bitkileri iri yapınca dalga geçirdi. İklimin etkisiyle de çıldırmış otlar yapmışsın, biraz daha toplu yapsan derdi. Proje Lübnan’daydı. Çok zekiydi sonra Mesela bizim hesap makinesiyle yaptığımız hesapları kafasından yapardı. Mesela Hadi Bey Yalısı’nda güç bir rampa ve zor bir merdiveni vardı. Adamların iri bir arabası var rahatça dönmeleri lazım. Hataları hemen fark ederdi. Hatta benden daha hızlı yapardı. Turgut Bey 70li yaşlarındaydı ama 70 yaş muamelesi asla yapamazdınız.
T.Ö. Emine Hanım’ın hesap makinesiyle yarıştıklarını söylüyordu Mehmet Bey. Emine hanıma hesap makinesi verip aynı anda Turgut beyin hesaplama yaptığını ve kazandığını söylüyor.
E.Ö. Anladığım kadarıyla, başka insanlarla çalıştığımda da fark ettim, 1900lü yılların liselerinde sıkı ve düzgü bir eğitim veriliyormuş. O da o nesilde yetişmiş idealist bir genç olarak.
Sibel Özkan: Çok hızlı çalışıyordu kafası. Beni çok şaşırtıyordu. Herhalde ben unutuyordum Turgut Bey 70 yaşında diye düşünüyordum sonra yanılıyordum. Hepimizden daha hızlı kafadan işlem yapabiliyordu. Ve sizin yaptığınızı da hem geçerdi hem de kontrol edebiliyordu. Ama güzel bir ortamdı sıkıcı değil aramızda da birebir çalışıyorduk. O Emine ablaya anlatıyordu Emine abla gelip bize anlatıyordu. O da böyle odada oturan önemli bir patrondu.
T.Ö öyle bir hiyerarşi yoktu yani
S.Ö. Hayır hayır. Öyle bir hiyerarşi yoktu. Emine ablayla projeyi birlikte yapmamız gerekiyorsa birlikte yapıyorduk. Emine abla daha çok bilgisayara geçerken yani construction documents (yapı işleri) ya da presentation (sunum) işlerini yapıyordu biz çalışırken. Tabi şimdi her şey değişmiş olabilir. O konuda sen daha güncel bilgiye sahipsin. Benim bilgisayarda çalıştığım zamanlarda yani construction documents ya da presentationı bilgisayarda yapıyorsam yani bir projenin orasında çalışıyorsam o zaman Emine ablayla çalışıyordum. Sitede yani inşaatta çalışanlar genelde Mehmet abiyle daha çok çalışma fırsatı bulurdu.
E.Ö.: Biz ilk başladığımız yıllarda yani, tabi Türkiye’deki hemen hemen bütün ofislerde aynı geçiş dönemi yaşanmıştır, 94-95 yıllarında daha çok kurşun kalem ve elle çizim yapılıyordu T cetvelleri paraleller ile paralel cetvellerle, 90’lı yılların sonuna doğru ağırlıklı olarak herkes hemen hemen bilgisayara geçmişti. Her ne kadar hala devam etse de şimdi galiba hiç kalmadı paralel cetvel.
S.Ö.: Gerçi yapan yapıyordur yine.
E.Ö.: Yapıyordur yapılıyordur ama ofis ortamı olarak ilk başladığımız yılllarda ağırlıklı olarak el çizimi vardı. Sonra yavaş yavaş ağırlıklı olarak bilgisayara geçilmişti.
TÖ.: Mehmet bey bazen Turgut hocanın böyle gitmeye yakın gördükleri projeyi bile “Artık gitti Turgut hoca buna asla tashih yapmayacak” dedikleri anda bile tekrar tashih yaptığını söylüyor ama aslında Mehmet beyde bunu bize çok yapıyordu. Ofiste bize ilk başlarda yaparken açıklamada yapmıyordu. Bir kere bir gün bir çizim için tashih için eskiz kağıdı istedi “Turgut Bey de böyle yapardı sinir olurduk. Biz bitti diye düşündüğümüz bir proje için ilk önce gelir ‘’ ay ne kadar güzel olmuş çocuklar, elinize sağlık ne kadar güzel çizmişsiniz şurası ne kadar güzel burası ne kadar güzel ‘’ derdi” diyor sonra ‘’pardon bir eskiz kağıdı alabilir miyim ‘’ derdi ve “bütün projeye neredeyse değiştirirdi diye biz çok sinir olurduk” diyor.
E.Ö: İşi daha güzel yapabilmek adına olan bir şey
T.Ö: Nitekim Mehmet beyler de aynı herhâlde özveriyi gösteriyorlar devam ettiriyorlar ama bu özveri de tabi ofisin alabileceği ya da aldığı işler değiştiriyor. Siz de herhâlde Cansever ofisinde de işin yoğun olduğu bir dönemde ekip olarak çalışabildiniz fakat muhtemelen daha sonrasında uygun bir iş nitelikli bir iş olmadığı için de herhâlde başka şeylere mecralara dağılmak zorunda kaldınız bütün ekip olarak muhtemelen
E.Ö: Evet, evet hemen hemen herkes öyle oluyor. Zaten biraz öğrenci çalıştırmayı tercih etmelerinin sebebi de belki oydu. Ofisin bazı dönemler az işi oluyor bazı dönemler çok işi oluyor.
T.Ö: Ayşe Elif 3 yaşındayken Amerika’ya gidiyorsunuz bir de bu tam 11 Eylül sonrasına denk geliyor. Şimdi o zamandan bugüne her yerde her şeyin değiştiği gibi Amerika’da şartlar çok değişmiştir ama yine de ailesiyle Amerika’ya gidecek olmanın o günden bugüne değişmeyen bazı zorlukları var mı? Yani bugün böyle bir şeye bekâr olarak benim ya da ailecek gidenler yani bunlar neleri göze alarak gidilmeli? Ya da ne amaçla gidilmeli?
E.Ö: Yani buraya gelinecekse eğitim için gelmek lazım yani mesleki tecrübe edinmek için o yüzden eğer üniversite bitirip de burada yüksek lisans yapmak için gelenler olursa yani ben o şekilde gelinmesini daha doğru buluyorum. Sonradan Türkiye’ye dönülmek üzere ki bizde döneceğiz inşallah. Geldiğimizden beri 5 sene oldu ama…
O yüzden kolay bir ülke değil. Sosyal bir devlet değil. Vahşi kapitalizmin yaşandığı bir ülke. Türkiye’de sağlanan sağlık hizmetleri burada daha fazla faturalanıyor. Ama bir açıdan de eğitim kurumları özel üniversite ve lise eğitimleri belirli seviyenin üzerinde olabiliyor. O yüzden gelinecekse o yüzden gelinmeli ki Mimar olarak mezun olan birisinin burada iş bulması çok zor. Çalışma izni, mesleğin icra yöntemi, yoğurt yeme şekli biraz farklı. Sistem farklılıkları olduğu için ilk soru Amerika tecrüben hiç var mı oluyor. İşin içine girince fark ettik o soruyu boşuna sormuyorlarmış gerçekten de farklılıkları varmış. Inch-feet sistem tercih ediliyor metrik sistem yerine. Dünyada çok fazla mimar olduğu için iş bulmak zaten zor. Kişinin kendini ispatlaması gerekiyor. Bu problemleri kısa sürede aşmanızın yolu yüksek lisans yapmaktan geçiyor. Böylelikle mezun olduktan sonra bir yerde belli bir süre çalışma ve tecrübe etme imkânınız oluyor.
T.Ö. İmza yetkisi almak için de yüksek lisans mezunu olmak yetmiyor 6-7 sınava dahil olmak gerekiyor sanırım. Kaç sınav vardı alanlar için?
E.Ö. Şu anda 5 sınav var. Biz 7 sınava girdik. Ondan önce 9 sınav oluyormuş. Her 10 senede bir yeniliyorlar. Bir dizayn problemi sunuyorlar onu çözmeye çalışıyorsunuz gibi software üzerinden. Software de kötü bir software oldu şimdiye kadar.
(Merak edenler için; Sınavın güncel ismi: The Architect Registration Examination® (ARE®)
Guidelines: https://www.ncarb.org/sites/default/files/ARE-5-Guidelines.pdf)
S.Ö. Buranın farkını kıyaslarsak eğer insanlar hatalı iş vermiyorlar. Ben şu güne teslim edeceğim dediği işi o günde teslim ederler. Bir proje schedule programı hazırlanır. Bütün mühendislerin %99 u deadline günü teslim eder. Aksi hali saygınızı azaltan bir durum olur.
Ve burada insanların çok fazla çalıştıklarını görüyorum. Tatillere bile çıkmıyorlar. Bizim olduğumuz eyalette bu söz konusu oldu Ücretli zaten hiç bir izin yok. Yılda 2 hafta izin vardır buna hasta olduğunuz günler de dahildir. Doğum izni Amerika genelinde yok. Türkiye ile karşılaştırıldığında oradaki rahatlık burada yok fakat Amerika gelişmiş bir batı ülkesi. Gelişmiş batı ülkelerinin ortak yanı da her şeyin bir standardı olması. Bu güzel bir şey. Zaten Amerika komiteleşmiş bir devlet. Türlü türlü kültürler mevcut. Bir kültür bir başkasına benim kültürümü yaşasın benim özel günümü kutlasın diye bir zorlama yapamaz. Bu bir suçtur. Çok çeşitliliği devlet politikası olarak yüceltiyorlar. İyi eğitimli göçmen de çok var.
9 Mimarlık sınavı var demiştim bizde 7’e düşmüştü ama şimdi 5 sınav var. Artık bilgisayar ile çizim yok fakat hala o zorluk derecesi devam ediyor duyduğumuz kadarıyla. 5 sınavlı sistemde daha çok anahtar sorular soruyorlarmış. Mesela şantiyedesiniz şöyle bir problemle karşılaştınız en uygun çözüm hangisi olur gibi soruluyor. Yani konuya bütünüyle hâkim olmanız bekleniyor. Doğru seçenekler arasında en kolay en iyi çözümü bulmanız gerekiyor.
T.Ö. Yönetmeliklerde ben yanlış hatırlamıyorsam şu bile vardı; bir buçuk metre duvarda en az 1 priz gerekir. 2,5 metreden fazla ise birer metre ile elektrik prizleri gerekir vs… Her şeyi aslında epeyce belirleyen yönetmelikler de var. Bir de bu yönetmeliklerin haricinde sanırım yeni mahalleler bile kurulurken bazı üslupsal zorluklar da oluyor. Mesela sizin olduğunuz Sterling’deki mahallede Ortaçağ Avrupa mimarisi Tudor tarzı seçiliyor mimar tarafından plancı tarafından o mahalle öyle yapıldıktan sonra, o mahalledeki bütün binalar tarihi bir yapı olmamasına rağmen o üsluba uymak zorunda vardı. Hatta mahalle yönetimi ve komşular ilişkilerde belirleniyor diye biliyorum. Bununla ilgili sizin kendi eviniz ile ilgili yaşadığınız anılarınız var mı? Mahalle yönetimi nasıl bir şey? Ne için izin almanız gerekiyor? Hangi işlemler için?
E.Ö. Planlanmış bir toplu konutta oturuyorsanız bağımsız hareket edemezsiniz. Mahallem de benim için önemlidir. Örneğin evimin dışını maviye boyatmak istiyorsam komşularımdan onay almam gerekir. Artık projeler sadece kişinin isteğine göre değil, genelin kullanımına göre planlanıyor. Bahçeler parklar gibi.
(Merak edenler için bakılabilir: Litigation Handbook on West Virginia Rules of Civil Procedure
S.Ö. Bulunduğumuz yer gönüllülük hareketinin çok yaygın olduğu Sterling mahalesi. Bu mahalledeki mimari kurallar yönetmelik ile çok sıkı ve maliyetli. Yani mahalleler kurulurken Ortaçağı Avrupası Tudor tarzı seçiliyor. O mahallelerdeki bütün evler tarihi bir bina olmamasına rağmen hep aynı tarzda yapılıyor. Mahalle yönetimi mevcut. Planlı bir mahallede yaşıyoruz. Dizayn kararlarını içeren kitapçık her eve dağıtılıyor. Herkes o kitapçıktaki yönetmeliklere uymak zorunda. Örneğin, evimin arkasına balkon yaptırma hakkım var. Ve bütçe müsait olduğunda bu balkonu yaptırmak istiyorum. Fakat balkonu gören her komşumdan tek tek imzalı kâğıt almam şart. Bizdeki kural ise helallik istemek. Turgut Bey kitabında bahseder. Biz evimizin rengini seçerken maviye boyatmak istiyoruz. Sizin için bir sakıncası var mı diye helallik istermiş. Sadece evimin içi değil, mahallem de benim için önemlidir. Önce mahalle açısından sahiplenmek sonra içi ile ilgilenmek gerekir. Buradaki insanlar hiç ücret almadan gönüllü bir şekilde birçok projede yer alıyorlar. Biz Türkiye de yapamadık bunu ama burada başladık. Bu gönüllülük esasına göre çalışmasının faydasından biri de mahallede komşular arası yakınlaşmalara yol açıyor. Dikey şekilde birbirinin üstüne çıkıldığında o yataydaki ilişkiler kayboluyor.
T.Ö. Bulunduğunuz bölge olan Time Center’da yapı stokunun özellikleri ahşap mı yoksa betonarme mi?
%80-90 oranında 2-3 katlı ahşap evler. Çoğu da çıkmaz sokaklar. Bir ağacın dalları gibi. Tıpkı Turgut beyin önerdiği tarz gibi. (Şekil 3)
Şu karantina günlerinde Türkiye’de apartmanda yaşam ile bahçeli ev arasındaki fark ortaya çıktı. Artık şunu biliyoruz ki Türkiye’de de yatay yapılanma olabilir. Sabah akşam evde kalınca apartmanların imkânlarını sorguluyoruz.
T.Ö. Sizin bulunduğunuz ofisler çok büyük ofisler. Bu anlamda bakıldığında hastane gibi projeler yapılıyor mu? Herhangi bir programda veya ölçekte konut yaparım gibi özelleşme gibi yapılanmalar var mı? Kısaca ne tür çalışmalar yapılıyor açıklayabilir misiniz?
S.Ö. 2 tane büyük şirketle çalıştım. Hastane projeleri yapıyorduk. Bu şirket için de büyük veya küçük iş önemli değildi. Prestijli müşteriyi bulmak daha önemliydi. 2-3 hastaneyi kendilerine bağladıktan sonra küçük işlerini de alıyorlardı. Amerika’da tüm dev şirketler mimarlık firmaları özel bir alanda uzmanlaşıyorlar. Büyük ya da küçük işler karışık oluyor. Türkiye’de de girdiğimiz firmalarda uzmanlaşacağınız bir alan seçmelisiniz. Bazen bir yetmiyor iki konuda uzmanlaşmanız gerekebiliyor. Continue Sistem için puan toplamanız gerekiyor. Çeşitli konularda su sistemleri sürdürülebilir mimarlık yani tek bir konuda mimarlık eğitimi almanızı istemiyorlar. Çeşitlendirme yapmanızı istiyorlar. LUNCH AND LEARN CONTİNUE EĞİTİMİ
Pek çok inşaat malzemeleri satan firmalar bu eğitimi düzenliyorlar. Mimarlar odasına gidip imzalatıyorlar. Büroya gelip bu dersleri size veriyorlar. Daha sonra bu puanları lisansınızı devam ettirdiğiniz sürece mimarlar odasına: ben bu kadar eğitimimi tamamladım demeniz gerekiyor. Hatta eğitimleri dışlarsanız almazsanız sene sonuna doğru sıkıntıya giriliyor. Sonra mimar olmak yetmiyor bir de çeşitli eğitimler almak gerekiyor.
Bu eğitim puanını daha sonra lisansınızı devam ettirdiğiniz sürece mimarlar odasına submit (teslim) etmeniz yani vermeniz, ben bu kadar yıllık eğitimimi tamamladım demeniz lazım. Hatta eğer bu eğitimleri dışlarsanız sene sonuna doğru alelacele bu tür makaleler okuyup ya da quizler yapıp saat toplama derdine düşüyorsunuz.
T.Ö: Yani imza alıp mimar olmak yetmiyor, bunun bir de tekrar tekrar devamı…
S.Ö. Evet devamı var. Sadece bir konuda değil, çeşitli konularda mesela kimisi su geçirgenliği hakkında, kimisi sürdürülebilir mimari hakkında, kimisi çatılar hakkında… Yani tek bir konuda devamlı aynı dersi de almanızı istemiyorlar. Çeşitlendirme yapmanızı işitiyorlar. Bunu şunun için anlattım. Ben 2008 yılının başına doğru 40 kişi için düzenletiyordum. Lunch and learn de bu firmalar size bu dersi verirken bir de hepinize öğle yemeği alıyor. Yani hem biri size yemek ısmarlıyor ardından eğitim veriyor ama onun eğitimini dinledikten sonra da bir 10, 15 dakika da onların ürettiği ürünün tanıtımı da yapılıyor. Ve böylece o dinlediğiniz birebir gördüğünüz o malzemeyi de yakından tanımış dolayısıyla projelerinde de bir ihtimal kullanmaya başlıyorsunuz. Yani semiyotik bir ilişki siz ondan faydalanıyorsunuz, o da sizden faydalanıyor. Bu lunch and learn programlarını ayarlamak, düzenlemek büroda benim görevimdi. Firmalarla bağlantıya geçiyordum, biz şu konuda eğitim alacağız, bu konuda eğitim alacağız siz gelir misiniz diye. Sene başında 40 kişilik yani demek ki bu lunch and learnlere katılan 40 kişi vardı büromuzda. 2008 senesinin sonunda geri döndüm elif kerem doğduktan sonra 12 kişi için lunch and learn vermeye başladım. O kadar çok işten çıkarma olmuştu ki artık 12 kişi için lunch and learn düzenler olmuştuk. O çok kısıtlı dönemde yani çok iş kaybettiğimiz dönemde hatta en büyük müşterimiz Walmart’dı. https://www.walmart.com/ Bir gün direktörümüz geldi pencils down dedi. Pencils down, elinizdeki kalemi bırakıyorsunuz bir tane daha çizim yapmıyorsunuz. Bunun sebebi artık müşteri bizim yollayacağımız faturayı kabul etmeyecek o yüzden hiç iş saati koymamamız lazım, onlara fatura edebileceğimiz bir saat olmaması lazım. Hatta müşteri bir kâğıt getiriyor. Diyor ki bana ayda 200 saatten daha fazla fatura etme hiçbir şeyi. Yani projeyi o şekilde yavaşlat. Öyle bir dönem oldu o dönemde bile şey demediler, ne iş olsa yaparız abi demediler. Yine sadece retail(perakende) konusunda müşteri bulmak için etrafta gezindiler, konuştular, federal iş alalım mı diye baktılar sonra tam kafalarına yatmadı. Bunun sebebi de bir mimar eğer bir konuda uzmanlaşırsa uzmanlaştığı konuda çok daha hızlı çok daha ucuz bir şekilde ya da ekonomik bir şekilde üretim yapabiliyor. Yani eğer bir projeyi 8 saatte yapıyorsanız, bir şeyi 8 saatte bitiriyorsanız retail projelerini, yeni retail projelerini de üç aşağı beş yukarı 8 saatte bitirirsiniz. Ama biri size bir gün hadi okul yapalım dediğinde tekrar araştırmanız, okulda izin verilen malzemeler nelerdir, okulda öğretmenlerinizle konuşmalarınız nasıl, bir sınıf nasıl tasarlanır, biliyorsunuz şimdi çeşit çeşit var… IB sistemi var, monta sistemi var, o okulun yaklaşımı nedir… Bunda 8 saatte yapacağınız iş 30 saate kadar çıkabiliyor. Dolayısıyla yaptığınız üretim büroya çok daha pahalıya mal oluyor. Bu yüzden de uzmanlaşmaya çok önem veriyorlar. Onun dışında büroların yapımında çok farklılıklar var. Emre de eklemek ister. Yapımcı bazlı ekipler var, design (tasarım) ve uygulama bazlı ekipler var. Dizaynı yapan ekip projenin presentation(sunum) dönemine kadar design yapıyordu. O sırada bizden ufak tefek işler falan istiyordu. Mesela ben bir duvar çizdim o duvarda böyle malzemeler kullanmak istiyorum. Ne dersin, olur mu, bir şey lazım mı diye uygulama bölümünde ben olduğum için bana sorardı. Ben onun dizaynını, hepsini değil sadece duvar kesitini çizip ne problemler çıkabilir ona bakardım ve bazen inşaat mühendisiyle de konuşurduk bu problemleri ama bizim masamıza gelmesi projenin ancak dizaynın, avam projesi bittikten sonra ya da sistematik bittikten sonra bizim masamıza gelirdi. Bu uyguladıkları çalışma sistemiydi. Emre’lerinkinde ise her proje için bir grup bir araya geliyor. O grup A’dan Z’ye kendi içinde o projeyi götürüyorlar ama o grup devamlı değişken oluyor. Mesela bir gün Emre, Ali, Veli ertesi gün o proje bittikten sonra başka bir projeyi tamamen başka kişilerle yapıyor.
E.Ö: Onun faydası bazen bizim patronlarımız, yöneticilerimiz bile gelip bizden ölçü alıyorlar. Hani diyelim ki bir yerde ölçü almamız gerekti, bazen şartnameleri yazıyoruz. Yani A’dan Z’ye projenin her safhasında bulunduğunuz için olayın büyük resmini görüp bir sonraki projeye daha iyi hazırlanmış oluyorsunuz. Bir de o 2008 kriz döneminde bizim ofisten pek kişi çıkartılmadı. Onun bir sebebi de uzmanlık alanlarının hem biraz daha fazla olması hem de bu bahsettiğim esnek yapının olmasıydı. Uzmanlığın getirdiği olumlu taraflar da var ama uzmanlık alanlarınızın biraz daha çok olmasında fayda var. Benim çalıştığım ofiste daha çok laboratuvar, okul, ofis, üniversite yapıları yapılıyordu. O dönemde de laboratuvar projelerinde çok kısıtlama yapılmamıştı. O yüzden o krizi daha…
S.Ö. …Laboratuvarlarla atlattılar. Ritüel çok daha ciddi ritüel ve ev krizden direkt olarak çok ciddi etkilendiği için biz çok kötü olmuştuk.
E.Ö. Bakalım salgın krizinde nasıl etkileneceğiz, henüz bilmiyoruz. Programın başında da söylemiştim aslında benim çalıştığım ofis 1927 yılında dedeleri tarafından kurulmuştu. O yüzden biraz daha eski okul diyelim. 90’ların Amerika, 2000’lerin Amerika şeyindense biraz 50’li 60’lı yılların Amerika çalışma ortamından gelen geleneklerle devam ediyordu. Fakat bu geçtiğimiz sonbaharda daha büyük bir firma ile birleştik. Şimdi tam onun geçiş dönemindeyken bu salgın ortaya çıktı. O firmada da daha çok hastane, stadyum gibi daha büyük ölçekte projeler yapılıyor, yaklaşık 500 kişi çalışıyor 7-8 farklı ofiste. Çoğu doğu yakasında ama Kaliforniya’da 2 ofisimiz var. Şu an işte bu krizi atlatmaya çalışıyoruz. Uzama süresine göre belki işten çıkarmalar vs. de başlayabilir. Bakalım sabırla bekliyoruz.
T.Ö. İnşallah hayırlısıyla geçer bu süreç sizin için de. Sizin home ofisinizden sizi tanıtırken de bahsettim. Müslüman komitelere çok hayır işi yaptığınıza da şahit oldum bunların yanında genelde yine Müslüman ve Türklere birçok büyüklü, küçüklü sıfırdan yaptığınız işler vardı, restorasyonlar vardı, ekler zaten anladığım kadarıyla orta büyüklükte, Amerika’da
E.Ö. Yıllandıkça biz ne iş olsa yaparız artık.
T.Ö. Emre Beyin Gaudreau Architects’de Sibel Hanım sizin ise Perkowitz-Ruth Architects’de uzun seneler tecrübeleriniz var. Böyle büyük ofislerin içyapısı ve çalışma şartlarından bahseder misiniz?
S.Ö. Amerika de pek çok şirketin uzmanlaşmış olduğu bir alan var. Her ikisi de özelleşmiş olan Psg Architects ve Perkowitz-Ruth Architects de çalıştım. Rsg Architect için önemi olan işin büyüklüğü değil müşterinin saygınlığı ve sağlık hizmetleri hastane vs.) yapıyordu Perkowitz-Ruth Anenka genelinde büyük bir şirket ve alışveriş merkezi yapıyordu. Tasarım ve uygulama olarak ayrılan bir ekip sistemi vardı. Çalışanlar için mimarlar odasının yaptığı eğitim ve sınavlarda toplanan bir puan sistemi de mevcut. https://rdcollaborative.com/en/news/detail/p-r-architects-changes-name-to-retail-design-collaborative/
E.Ö. Gaudreau Architects 1927 de kurulan bir şirket olduğu için 50-60lı yılların çalışma ortam etkisine sahipti. Laboratuvar, okul, ofis gibi çeşitli uzmanlık alanlarına ve esnek bir yapıya sahipti. Resmin bütününü görmek amacıyla bir ekip projenin bütün aşamalarında görev alıyordu.
T.Ö. Diyanet Center of Amerika’dan bahsettim. Hassa Mimarlık’ın Amerika’daki projesi. Orda da çeşitli görevler aldınız bildiğim kadarıyla. Aslında cami kullanılıyordu ama külliyenin kullanılmayan yapıları vardı henüz inşaatı tam bitmemişti. Diyanet Center of America’da ne görev aldınız, aslında bütün Amerika için ama belki de Washington DC Lanham çevresindeki Müslümanlar için diyanet nasıl bir yer oldu? Çünkü bilmeyenler için Amerika’nın en büyük camisi oldu Diyanet Center of Amerika.
E.Ö. Külliye olarak en büyük ama cami olarak da en büyük 2 3 tanesinden biri.
T.Ö. Hmm külliye olaraktan en büyük. İçinde bir sürü kültür yapısı vs. vardı. 10 tane Türk evi vardı ki onlar farklı amaçlar için kullanılıyorlar bildiğim kadarıyla. Sizin SE-ARCH olarak Sibel Emre Arch olarak Hassa Mimarlık’ın projesinde ne tür görevler aldınız? İlk önce oradan biraz başlayıp sonrasında da…
S.Ö. Emre projeye ilk başlama aşamalarında da site plan yani vaziyet planı çalışmalarında o zamanlar benim çalıştığım firma da dâhil olmuştu. Yaklaşık bir 7-8 ay bir yıla yakın bir süre vaziyet planı üzerinde beraber çalışmıştık. Tabi çok büyük proje başka mühendislik firmaları da dâhil olmuştu. Evlerin yapımında, tasarımında proje müellifi olarak Hassa Mimarlık vardı. Ama buradaki sisteme adaptasyon uygulaması ağırlıklı olarak Sibel hazırlamıştı. Mobilya seçmeleri gibi külliyenin muhtelif binalarının iç mimarisi Sibel tarafından yapıldı. Bu da bizim için ilginç bir tecrübe olmuştu. Türkiye’de tasarlanan bir projeyi burada uygulamak.
T.Ö. Pratt’ta nasıl bir eğitim veriliyor? Mimar Sinan ile karşılaştırırsak? https://www.pratt.edu/
E.Ö. Mimar Sinan’da üzerimizden silindirle geçilmiş gibi oluyordu. Haftada 40 saat eğitim alıyorduk. Onların eğitimi İTÜ ile Yıldız Teknik Üniversitesi arası diyebilirim. Mimar Sinan’a göre daha rahat oluyor yani. Bir senenin bir döneminde detay çözüyorlar bir dönem ince yapı gibi. 3 boyutlu düşünmeye daha çok önem veriyorlar.
Konuşmacılara ait link :
Programda Bahsi Geçen Kitap ve Kaynaklar
- Litigation Handbook on West Virginia Rules of Civil Procedure – Link
- Jabal Al-Said Yerleşmesi Projesi, Turgut Cansever, Boyut Yayın Grubu, 129-131